2013’den bu yana ciddi bir değişim isteği vardı. Gezi eylemleri, referandumdaki “Hayır” kampanyası, Adalet Yürüyüşü, Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanlığı kampanyası kitlesel katılım açısından Türkiye siyasal tarihinin en büyük eylemleriydi. Milyonları sürece katan, büyük heyecan dalgaları yaratan bu eylemlilikler sonuç almaya yetmese de, bizler ısrarla, rüzgarın fırtınaya dönüşme olasılığını yazmaya ve konuşmaya devam ettik. Çünkü iktidar yönetemez haldeydi ve görmek isteyenler için kitlelerde ciddi bir değişim isteği vardı, 31 Mart’tan sonra, 23 Haziran değişim isteğini perçinleyerek doğruladı ve ortaya şu sonuçlar çıktı:
Bir, İstanbul seçmeni, her şeyden önce “Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, Bu kadar güvenme hiç kendine, Kimse şah değil padişah değil” dedi!
İki, İstanbul seçmeni “normalleşmek istiyoruz, normalleşmenin yolu da kutuplaştırma ve kimlik siyasetinden değil, kardeş olmaktan, eşit yurttaş olmaktan geçer” dedi.
Üç, İstanbul seçmeni “Artık yeter, ben siyasette yeni yüz, yeni ses ve yeni söz istiyorum” dedi…
TEPKİ ÖFKEYE DÖNDÜ
31 Mart İstanbul seçimi haksız, hukuksuz bir biçimde iptal edilince, haksızlığa, krize ve kutuplaştırmaya karşı oluşan tepki öfkeye, öfke de sandığa yansıdı. Bir tek somut dayanak olmadan ortaya atılan “çalındı” iddiası altında önemsizleştirilen 14 binlik fark, 800 binin üzerine çıktı. İmamoğlu bu kez ezerek kazandı, sonuç Yıldırım için ise hezimet oldu! Tabi bu hezimeti yalnızca Yıldırım’a yazmak büyük haksızlık olur. Çünkü 31 Mart öncesinin ve sonrasının asıl “oyun kurucuları” Erdoğan ve Bahçeli’ olduğu için bu seçimin asıl kaybedenleri Erdoğan ve Bahçeli’dir! (Belirtmek gerekir ki, eğer Türkiye normal bir ülke olsa ide, bu kadar iddialı laftan sonra yüzde 10 fark yiyen Erdoğan ve Bahçeli istifa ederlerdi…)
Erdoğan ve Bahçeli bu hezimeti görmezden gelerek, “hiçbir şey olmamış” gibi davranmaya çalışsalar da bu sonucun iktidar açısından basit bir seçim yenilgisi olmadığı açıktır. Bu sonuç, hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde, artan siyasi etkisiyle önümüzdeki günlerde İstanbul’la sınırlı kalmayacak, Türkiye’ye yayılacak ve paralelinde dünyadaki önemli başkentlerin tamamında en önemli gündem maddelerinden biri olacaktır. Bu sonuç, ciddi siyasi kırılmaları beraberinde getirecektir. Çünkü bu sonuçla birlikte psikolojik üstünlük, oyun kuruculuk, inandırıcı ve sahici olmak el değiştirerek, iktidardan muhalefete geçmiş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi çökmüştür.
İşin doğrusu eğer, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirttiği gibi “İstanbul demek Türkiye demek” ise, fiili olarak bir referandum havasında yapılan 23 Haziran İstanbul seçiminde yüzde 54,2 oy oranı ile ortaya çıkan sonucun, Erdoğan lehine sonuçlanan, 16 Nisan 2017 referandum sonucunun da (yüzde 51,2) , 24 Haziran’da Cumhurbaşkanı seçim sonucunun da (yüzde 52,5) üzerinde olduğunu görürüz ve bu gerçek de ciddi bir meşruiyet tartışmasının pekala kapsını aralayabilir!