Önce 31 Mart’ta, sonra 23 Haziran’da ortaya çıkan bu değişim dalgasının yerel yönetimi aşan siyasi bir karşılığı olmalıdır.
Ekrem İmamoğlu’nun yerel düzeyde İstanbul için söylediği “israf düzenine son vereceğiz” yaklaşımı, CHP başta olmak üzere muhalefet hareketinin tümü tarafından siyasal sistemle hesaplaşmaya dönüştürülmelidir. Sistemle hesaplaşmadan değişim de dönüşüm de olmaz, çünkü sorunların kaynağı doğrudan sistemin kendisidir. Mevcut sistem ile hesaplaşma yerine “yumuşak geçiş ile bu iş çözülür” diye “uzlaşma” öne çıkartılırsa başarılı olmak mümkün olmaz…
Dili yumuşatmak, kutuplaşmadan uzaklaşmak, yerel yönetimlerde hiçbir ayrım yapmaksızın, etnik ya da dini ve siyasi parti tercihine bakmaksızın “temiz siyaset” yaklaşımı içinde belediye sınırları içinde yaşayan bütün kentlilere “eşit hizmet” götürmek ile sistemin katmerleşmiş sorunlarını tartışmak ve çözüm üretmeyi birbirine karıştırmamak gerekir.
Seçim sonrası İmamoğlu zaten vermesi gereken doğru mesajı vermiş “artık İstanbul’da israf, şatafat, kibir, ötekileştirme, ön yargı dönemi bitmiş, kardeşlik, sevgi dönemi başlamıştır” demiştir. Bu yaklaşım doğrudur ve yerel yönetimde kesinlikle böyle bir hattan yürümek gerekir…
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, meclisi fiili olarak tasfiye etmiş, bütün kararları tek bir kişinin inisiyatifine bırakarak kurumsal yapıyı çökertmiş, liyakatı ortadan kaldırmış durumdadır. Mevcut iktidarın yönetemediği ve her hamlesiyle sorunları daha da derinleştirdiği orta yerdedir. İktidarın hiçbir konuda 5 yıllık planı bile mevcut değildir. Ekonomik kriz, enflasyon, işsizlik derinleşmektedir. TÜİK rakamlarıyla oynamak gerçekleri değiştirmez, yalnızca geçici bir süre daha kendimizi kandırmak anlamına gelir…
Belli ki, seçim yenilgisi, mevcut iktidarın şaşkınlığını ve yönetemezlik halini daha da tetikleyecektir…
Partili Cumhurbaşkanı ile bu sistemi demokratikleştirmek, hukuku iktidarın emrinden çıkarmak, ekonomide kamucu bir politika izlemek, özelleştirilmiş birçok önemli alanı yeniden kamulaştırmak, eğitimi laik ve bilimsel bir alana çekmek, eşit yurttaşlık kimliğini öne çıkarmak, ülke içinde huzuru, ülke dışında S400 ile F35 arasına sıkışıp kalan “savaşçı” politikadan “Ortadoğu Barış Konferansı” ile çıkmak ve Kahire’de, Şam’da büyükelçiliklerimizi yeniden açmak için “net ve köşeli” bir politik söyleme ihtiyaç vardır…
Muhalefet uzun süredir ilk kez psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş, savunma psikolojisinden çıkmış, oyun kurucu bir rol üstlenerek, rakibinin ne söylediğinden daha çok, kendisinin ne söylediğine odaklanmış ve bu odaklanmanın bir sonucu olarak kamucu ve halkçı, kabul edilir politikalar ve projeler üretme noktasına gelmişken, frene basmak yerine yürümek gerekir…
İstanbul BBB seçilen Ekrem İmamoğlu’nu kentin yeniden yapılandırması için asli işinin başında kalması anlaşılır bir durumdur ama galibiyetin diğer mimarları Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Canan Kaftancıoğlu’nun, Meral Akşener’in ve tabi ki Selahatin Demirtaş’ın siyasi değişim için gecikmeden birkaç adım öne çıkması gerekir…