Büyük beklentiler yarattıktan sonra Trump ile görüşemeden Türkiye’ye “eli boş” dönen Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “güvenli bölge” için ABD’ye verdiği sürenin bitimine yakın, 30 Ekim Cenevre görüşmelerinin ise hemen öncesinde CHP’nin “Suriye’de Barışa Açılan Kapı” alt başlığı ile İstanbul’da düzenlediği “Uluslararası Suriye Konferansı” barış adına önemli ve cesur bir hamleydi.
Savaşın çok matah bir şey ve “tek seçenekmiş” gibi sunulduğu ülkemizde barışı savunmak, hatta barış lafı etmek çok zor bir hale geldiği için CHP’nin bu “barış hamlesi” önemliydi…
AKP’nin “Yeni Osmanlıcılık” üzerine kurulu 17 yıllık “siyasi söylem hegomanyasını” kırmak için de bu adım önemliydi…
Bu konferans, uzunca bir süredir AKP’nin geliştirdiği “CHP Esadcı” yaklaşımına karşı hem yeni bir cevap, hem de eziklik duygusunun aşılması açısından ise bir başka öneme sahipti…
Benim de başından sonuna izlediğim konferansa yönelik “Suriye’yi doğrudan temsil eden katılımcı” olmaması, daha önceki Afrin tavrı ve konferansta Kürtlerin temsilcisinin olmaması, içeriğin zayıf olması ve sunum ağırlığının Türkiye’deki Suriyelilere ayrılması gibi haklı eleştiriler olsa da, bu eleştiriler konferansın barışa yönelik ana vurgusunu değiştirmedi.
Konferansta çözüme yönelik en net ve anlaşılır konuşmaları CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in yaptığını söylersem abartmış olmam.
“Uygulanan yanlış Suriye politikaları komşularımızdaki yangının büyümesine neden oldu” diyen Kılıçdaroğlu, konferansın hedefini de şu sözlerle çok net ifade etti:
“Bu konferans, bölgemizdeki yangını söndürmek istek ve niyetimizin ve her şeyden önemlisi Türkiye’nin dış politikasının yeniden barışçıl temeller üzerinde yükselmesine yönelik özlemimizin bir çabasıdır.”
“Savaşın yıkıcılığına değil, barışın sıcaklığına ihtiyacımız var” diyen Kılıçdaroğlu, arkasından “toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlık” vurgusu yaparak, Suriye’nin geleceğine de ancak Suriye halkının karar vermesi gerektiğinin altını çizdi ve “Egemenlik kayıtsız şartsız Suriye halkınındır” dedi…
Bölgede sorunların çözüme “mezhep eksenli” bakmanın yanlışığına vurgu yapan Kılıçdaroğlu ilk etapta içinde Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin yer alacağı Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) önerisini bir kez daha tekrarladı ve biz “uluslararası hukuktan yanayız” diyerek “Güvenli Bölge” tartışmalarına atıfta bulunarak Silahlı müdahaleler bakımından uluslararası meşruiyetin tek kaynağı hala Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararlarıdır. Uluslararası hukuka saygı göstermeliyiz” dedi.
ABD ÇÖZÜM DEĞİL, SORUN ÜRETİYOR
Konferansa dolaylı-dolaysız olarak “temsili” düzeyde katılan AB, Rus, Amerikalı, Irak, İran “temsilcileri” ise bugün kamuoyunda da yakından bilinen görüşlerini dile getirdiler: AB temsilcisinin AB ülkeleri gibi Suriye konusunda ne söylediği anlaşılmazken, Irak temsilcisi döne dolaşa sıkı bir “anti-Baas” vurgusu yaptı. ABD’li konuşmacı ise “SDG’nin yüzde 60’nın Kürtler dışındaki gruplardan Araplardan, Süryanilerden, Türkmenlerden oluştuğunun” altını çizdi. “Astana oyunun sonu değil başlangıcı” vurgusu, Rus temsilcinin tek dikkat çekici vurgusu olurken, İran temsilcisi olmadığını özellikle belirten İranlı akademiysen önemli bir tespit yaptı ve “ABD’nin Suriye’ye müdahalesi çözüm değil, sorun üretiyor” dedi. İranlı akademisyenin diğer önemli vurgusu ise “Türkiye’nin Suriye üzerinden bölgede bir değişim arayışı içinde” olduğuydu…
GERİ DÖNÜŞ SINIRLI OLUR