Geçenlerde termik santrallere filtre olayında olduğu gibi, şimdi de vakıfların önünü açan Erdoğan, önce FETÖ ayrışmasında, şimdilerde ise Gül, Babacan, Davutoğlu ayrışmasında yaşanan çıkar çatışmalarının da bir sonucu olarak vakıfları “vakıf ama vakıf olmaktan çıkmış ticari olarak çalışıyorlar” diye “bize” şikayet ediyor!
Kağıt üzerinde “kamu yarına” olsa da, birer ticari kuruma dönüşen “Vakıf üniversiteleri” TEKEL binaları ve arazileri gibi onlarca “ballı” kamu olanaklarının üzerine oturmuşlar. Bu anlamıyla İstanbul Şehir Üniversitesi’ni kuran “Bilim ve Sanat Vakfı” alanında tek değil. “Vakıf Üniversitesi” kuran bir çok vakıfa baktığımızda çok rahat benzer sonuçlarla karşılaşırız. Bu örneğe FETÖ’den dolayı kapatılan / devredilen üniversiteleri de dahil etmek gerekir.
Eğitimin yerlerde süründüğü, bir çok üniversitenin uluslararası hiçbir sıralamaya giremediği, iktidarın müdahalelerinden dolayı ODTÜ ve Boğaziçi gibi “model üniversitelerin” bile irtifa kaybettiği, 69 rektörün bir tek uluslararası yayının olmadığı bir dönemde, vakıflar adına kurulan üniversitelerin, istisnasız olarak, hem kamu olanaklarını kullanmaları açısından, hem de eğitim açısından mutlaka bağımsız bir kurum tarafından, kolejleri de kapsayacak şekilde mercek altına alınarak incelenmesi ve eğitimin özerk, laik ve bilimsel bir perspektifle yeniden kamulaştırılması gerekir…
18 Aralık 2019, İstanbul
Necdet Saraç