MAHZUNİ: BİR HALK BİLGESİ…

Aşık Mahzuni, kendisini „Ben Alevi bir aileden gelme olduğum için kök kültürümde Alevi ve Bektaşilik yatar. Siyasi rengime gelince, ben demokrat solcu bir ozanım. Ancak insan sevgisi din anlayışımda en büyük isimdir” diye tarif eder…

1939’da Maraş’ın Berçenek Köyü’nde doğan Aşık Mahsuni Şerif’in, yolculuğu, Horasan’dan, Hozat’a, oradan Hatay’a kadar uzanıyor. 17 Mayıs 2002’de ise Köln’de bir hastanede can tenden ayrılıyor. Bugün ise Serçeşme’de (Hacıbektaş’ta) Pir’in (Hacı Bektaş Veli’nin) yanında yaşamaya devam ediyor…

Şerif Cırık olarak doğan, „Aşık“ ve „Mahzuni“ olan, Aşık Mahzuni Şerif, Pir’in yanına olan yolculuğuna çıkmadan önce „Mahsuni Baba“dır… Çünkü o bir halk bilgesidir. Kan bağı olmadığı, soydan gelmediği için „dede“ olamaması, onun Alevi bilgesi bir „baba“ olmasının önünde engel değildir.

O, ozanlık geleneği bilgeliğin üzerine oturur. Haksızlığa baş kaldırmayan, halkın dile getiremediği konularda öncü olamayan, yol göstermeyen, bilge yanı olmayan, yalnızca „kuş, bülbül ve çiçek“ diyen ozanlığı, ozanlık olarak kabul etmez. Bunları „gönül eğlendirici“ sanatçı veya „âşık adamı“ sanatçı olarak niteler. Mahzuni’de, Şah Hatayi, Yunus, Pir Sultan, Kul Himmet, Nesimi, Aşık Veysel, Daimi gibi önemli Alevi ozanlarının tamamının deyişlerindeki, şiirlerindeki büyü ve felsefik arka plan hep olmuştur. Bu „büyü“ onun yazdığı parçaları kendisi seslendirirken de, başkası seslendirirken de kolay kolay bozulmaz.  Nitekim, İbrahim Tatlıses’ten Ahmet Kaya’ya, Mahsun Kırmızıgül’den Murat Göğebakan’a, Selda Bağcan’dan birçok pop sanatçısına kadar onun eserlerini okuyanlarda da aynı büyü devam eder…

Yazdığı şiirlerin, söylediği deyişlerin ve türkülerin, her döneme damgasını vurmasında felsefesinin, derinliğinin ve bilgeliğinin belirleyiciliği hep olmuştur. Davut Sulari’nin sesini, Aşık Veysel’in mülayimliğini ve Pir Sultan felsefesi ile harmanladığını söyleyen Âşık Mahzuni, aynı zamanda, Karacaoğlan’da sevda, Dadaloğlu’nda destan, Pir Sultan’da başkaldırı, Köroğlu’nda kavga olan türkünün de kendine has yeni yapıcısıdır. Böylesine güçlü kaynaklardan feyz alan türkü yapıcının türküleri, bundan dolayı hayata dairdir ve hayatın içinde yaşar, oradan beslenir, dilden dile, kuşaktan kuşağa akar. Etki alanı yalnızca Alevilerle sınırlı kalmaz, onun türkülerinin etki alanı insan ve doğa sevgisinin olduğu herkese uzanır. Bundan dolayı değil midir ki, “Kolumda kelepçe, boynumda zincir“, „Yuh yuh“, „Amerika katil, katil“, „Erim erim eriyesin“, „Bilmem söylesem mi, söylemesem mi“, “Han Sarhoş Hancı Sarhoş”, „Ben Hoca değilim muska yazmadım“, „İşte gidiyorum çeşmi siyahım“, „Dom dom kurşunu“ ya da “Bir daha gel, gel Samsun’dan” parçaları hep dillerdedir.

***

Yalnızca, haksızlıklara isyanını dile getiren türküleri söylediği için, beş yılını cezaevlerinde geçiren, gördüğü işkencelerden dolayı ayak parmaklarındaki bütün tırnakları dökülen, hakkında otuza yakın dava açılan, üç kez ölümden dönen ve yaşamının son 6 yılında sürekli rahatsızlanan Mahzuni’nin, son yolculuğa çıktığı Köln’deki hastanede doktor Mahzuni’nin yakınlarına „Mahsuni’nin dövülüp, dövülmediğini“ sorar. Çünkü, hastanın birçok organında darp izi, vücudunda da elektrik tespit edilmistir. Türkü söylemenin, insani, bütün yorumların merkezine koymanın, „doğu-batı-gavur-müslüm, bir bana“ demenin bedelini fazlasıyla ödeyen, Mahzuni Baba, Hakk’a yürüdüğünde „devletin düzenini yıkmaya teşebbüs“ suçundan yargılanıyordu. Gerekçesi mi? 2001 yılında bir dergide yazdığı, „hem Kızılbaş hem de Alevi’yim“ başlıklı bir yazıydı. Mahzuni bu yazı da „Elhamdülillah Kızılbaş’ım ve laikim. Ben değil, yedi sülalem Kızılbaş’tır. Bir suç varsa o da dedemdedir“ diyordu.

Necdet Saraç

(İlk yayınlanma tarihi: 20 Mayıs 2005, Birgün)

Schreiben Sie einen Kommentar