Sorun yalnızca Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın son açıklaması değil, bu açıklama yalnızca “niyetin” son halkalarından biri. Uzunca bir süredir siyasal İslam’ın cumhuriyetle, laiklikle ve tabi Atatürk’le hep “yarım kalmış” bir hesaplaşması vardı. Bu hesaplaşmayı aleni yapamadıkları için, işin etrafından dolaşarak her seferinde halkayı biraz daha daraltıyorlar. Aslında bunu iktidarıyla, muhalefetiyle, akademik çevreleriyle, medyasıyla herkes biliyor ama konu din olunca “herkes” temkinli davranmayı, duymamış, görmemiş gibi davranmayı tercih ediyor!
İktidarın önemli bir bölümünün, gökyüzündeki tanrıyı yeryüzüne indiren, “egemenlik kayıtsız şartsız milletin” diyen, din ile insan arasındaki aracıları ortadan kaldıran, kulu hakları olan bireye, ümmeti yurttaşa dönüştüren, hilafetin yerine cumhuriyeti ve parlamentoyu koyan anlayıştan mutsuz olduğunu bilmeyen var mı?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Osmanlı’daki Şeyhülislamlık makamı gibi yeniden inşa edilmeye çalışıldığını, Şeyhülislamlıkta olduğu gibi Diyanet’in de din dışında eğitimde ve yargıda rolünün arttırıldığını görmeyen var mı?
Diyanet’in bütçesinin düzenli arttığını, Eğitim ve Savunma gibi bakanlıklarda “din eğitimi” için ciddi bütçeler ayrıldığını, Diyanet’in protokol sırasının 50’lerden 10. sıraya kadar yükseltildiğini bilmeyen var mı?
Üstelik artan yalnızca Diyanet’in rolü de değil, tarikatlar başta olmak üzere, onlarla bağlantılı bütün derneklerin, vakıfların, medya kuruluşlarının, şirketlerin de rolü sürekli artıyor. İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde önemli ölçüde yolu kesilen dinci vakıfların, derneklerin, yurtların Eğitim Bakanlığı gibi bakanlıklar üzerinden beslenmeye çalışılması da bu bakışın bir ürünü…
“Hem laik hem Müslüman olunmaz. Bu millet isterse laiklik tabii ki gidecek” diyen de, “İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz” diyen de şu anda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı.
Ayasofya’nın cami olarak açılışında yapılan “ihanet” vurgusu da, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali de tesadüfen yapılmadı. Taliban’a yönelik “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok” vurgusu da!
Mevcut iktidar yeni bir şey üretemediği, krizi çözemediği için kendi açısından sürekli başa dönüyor ve istismara en açık olan dini öne sürüyor. Avrupa’nın 16. Yüzyılda çözdüğü ve ilerlemenin önünü açtığı, bizim de Cumhuriyet’in ilanıyla önemli bir ivme kazandığımız “din-devlet ilişkisini” yeniden önümüze koyuyor.