Konu Aleviler veya Kızılbaşlar olunca genlere işleyen ve bilinçaltına yerleşen nefret söylemi fütursuzca öne çıkıyor. Kamuoyunda tepki ortaya çıkınca da yazılan ya da söylenen sözler ‘affedilmez hata’ olarak görülüyor ama bir özür ile ‘affediliyor’ ve mesele bir sonraki söyleme kadar rafa kaldırılıyor.
Can Yayınları’nın 1982‘de Vladimir Nabokov’un Fatih Özgüven çevirisiyle yayımladığı ‘Lolita’ romanındaki ‘inzest’ (ensest) kelimesinin ‘Kızılbaş’ olarak çevrildiği ortaya çıkınca çevirmen Fatih Özgüven de benzer bir açıklama yaparak sorunu “Hem bilgisizliğim hem de cahilliğim” diye ifade ederek ‘özür’ diledi ve konu kapandı!
Oysa bu konu bu kadar kolay kapanacak bir konu değil, ansiklopedide, romanda, çeviride yapılan ve tesadüfen (!) hep aynı olan ifadeleri “affedilmez hata” açıklaması yaparak çözemezsiniz! Çünkü sorun “ne cahillikten ne de bilgizlikten” kaynaklanıyor, sorun toplumun genlerine empoze edilmiş derin Alevi nefretinden kaynaklanıyor. Bununla yüzleşilmeden bu ‘hatalar’ bitmez!
2010 yılında Mehmet Ali Erbil’in canlı bir TV programında “Mum söndü mü yapıyoruz burada?” demesi üzerine “İşte isim isim ‘Mum Söndü‘ hakaretini yapanlar” başlığıyla yayınlanan makalemin üzerinden 11 yıl geçmiş ve üzerine gidilmediği, yüzleşme yapılmadığı için gerçek bütün çıplaklığıyla orta yerde duruyor. İşte o yazının bazı bölümleri:
Alevi toplumu biliyor ki, bu söylem ne bir “gaf”, ne bir “iş kazası” ne de “bilgisizlik”. Bu söylemlerin hepsi açıkça yalan! Mehmet Ali Erbil “Mum söndü”nün ne anlama gelmeyeceğini bilmeyecek! Kimi kandırıyor? Aleviler de, Sünniler de bunun bir hakaret olduğunu çok iyi biliyorlar.
Yüzlerce yıla yayılan bu hakaretler Sünni çoğunluğun bilinçaltına, hatta genlerine yerleşmiş. Bu hakaretler son yıllarda Alevilerin yükselen mücadelesinden dolayı azalmış olsa da, cezai bir yaptırımla karşılaşılmadığı için en son Mehmet Ali Erbil örneğinde olduğu gibi zaman zaman bilinçaltından çıkıyor ve “doğal bir refleks olarak” dışa vuruyor. Tepki oluşunca da “valla billa ben böyle demedim, yanlış anlaşıldım” deyiveriyorlar.
Bunların sayısı sanıldığı gibi az değildir. Her yerde varlardır. Üzerlerine gidince topu hep başkasına atarlar. Söylediklerine de sahip çıkamazlar. Üstelik arkasından sana akıl vermeye çalışırlar: Farklı inançlara, farklı kültürlere ne kadar saygılı olduklarını, kendi dünyalarında bu köken sahibi insanlarla ilişkilerinden dem vururlar. Eşi, dostu, askerlik arkadaşı, yurt arkadaşı, iş arkadaşı mutlaka birden bire Alevi ya da Kürt olur. Tavır koyunca, ’ötekini’ hatırlayan bu zat-ı muhteremler, her nedense ’duydukları bu aşağılık sözleri, iftiraları’ , bu iftiraları yayanların suratlarına vurmazlar. Bu iftiraları söyleyenlere bir şey demeyen bu kişiler, üstelik söylenenleri de ’ben demiyorum, başkaları söylüyor’ diye de sürekli yayarlar…
Lafı uzatmaya gerek yok, bırakın çok uzak geçmişi yakın geçmiş bile Alevilere yönelik bu hakaretlerle dolu. Daha referandumda “Alevilerin katli vaciptir” diyen Şeyhülislam Ebusuut Efendi’yi “örnek insan, büyük alim” diye gösteren bir başbakan olunca, gerisi laf-ı güzaf!
Bu hakaretlere cezai ve maddi yaptırım uygulanmadığı sürece, medyada bu iftiralar, hakaretler teşhir edilmediği sürece hakaret edenlerin yalnızca ismi değişir, hakaretler devam eder…
İşte Alevilere yönelik yapılan aşağılık hakaretlerden, iftiralardan yalnızca birkaç örnek. Üstelik “cahillerden” değil “aydınlardan, sanatçılardan, önemli şahsiyetlerden”!
Yıl 1923: (Son baskı 1999): Türk edebiyatın önemli isimlerinden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, ‘Nur Baba’ adlı romanındaki bölüm başlıklarından biri şöyle: “Bir Bektaşi Tekkesinde Mumlar Nasıl Söner”…
Yıl 1971: Reşat Nuri Güntekin’in Aleviler’i aşağılayan “Balıkesir Muhasebecisi Tanrı Dağı Ziyafeti” adlı eserinin 13. sayfasındaki diyalog şöyledir: ’‘Karı amma vurdu ha. Eh bu da olur… Kızılbaşların mum söndü gecesi gibi töbe olsun…’’ Kitap MEB tarafından basılır ve dağıtılır.
Yıl 1973: Hüseyin Rahmi Gürpınar ‘Toraman’ adlı romanında şöyle yazar: “Tanrım insanı bir kere şaşırtmasın. Herif artık bu hırtlamba karının yüzüne bakmaktan bıktı. Karşısında dolaşan ay gibi evlatlığı görünce kendini tutamadı. Mezhebi geniş adam… Kızılbaş mıdır nedir”
Yıl 1977: Prof. Nebahat Küyel için “Felsefeye Başlangıç” adlı kitabında Aleviler’e hakeret ettiğinden dolayı dava açıldı.