CHP, torba tezkereye „Hayır“ diyerek bütün ezberleri bozmakla kalmadı, hem uzunca bir süredir sesi kısılmış toplumsal vicdanın sesi, hem de çözümün ve barışın adresi oldu! Belki de bunlardan da daha önemlisi, CHP “Hayır” hamlesiyle “Başka Bir Ortadoğu”, “Başka Bir Türkiye Mümkün” tartışmasını başlatmış oldu.
Aslında böyle bir tartışma çoktan başlamış olması gerekiyordu ama milliyetçiliğin ve otoriter arayışların tavan yaptığı bir ortamda bunu tartışmak kolay değildi. AKP 20 yılda adım adım inşa etiği ideolojik-politik hegomanyadan dolayı, dış politikada da attığı her adıma bir biçimde herkesi ortak etti. İtiraz sesleri çok çılız kaldı. Zaman zaman ortaya çıkan aykırı sesler ise hemen “hain” ilan edildi…
Oysa orta yerde 2011’den bu yana bütün dış politika öngörülerin çöken bir iktidar vardı. Bunu kendileri de biliyordu ama daha çok muhalefet biliyordu:
2011’de büyük bir heyecanla başlattıkları ve “demokrasi geliyor” yalanıyla destekledikleri “Arap Baharı” çöktü…
Arap Baharı öngörüsü çökünce “Yeni Osmanlı” hayali de çöktü…
Arap Baharı öngörüsü çökünce, hemen arkasından Erdoğan’ın hararetle desteklediği ve içinde ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinin yer aldığı, bazı AB ülkelerinin desteklediği “Büyük koalisyon” dağıldı. Tablo değişince uzunca bir süre allayıp pulladıkları, “Arap Birliği” de yer değiştirdi ve 2017’den bu yana her fırsatta Türkiye’yi “Irak ve Suriye’de işgalci” ilan etmeye başladılar.
Erdoğan iktidarının dış politika öngörüleri çökmekle kalmadı, “Arap Baharı” öngörüsü Libya’da, Yemen’de, Suriye’de onbinlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın göç etmesine de neden oldu.
Bütün bunlar yaşanmışken, bütün öngörüler çökmüşken, bırakın özeleştiri yapmayı, “biz nerede hata yaptık” diye sorgulama yapmayı bile zul sayan, bütün yaşananlar üzerinden halen “kahramanlık edebiyatı” yapmaya çalışan bir iktidara birileri çıkıp, “Biz senin her dediğine mühür mü basacağız” demesi gerekiyordu.
İşte CHP tam da bunu yaptı. Kılıçdaroğlu, “senin her dediğine evet demek zorunda değiliz” dedi ve ekledi: “Suriye ile savaş istemiyoruz, Suriye ile barışacağız. Barış varken neden kavga edelim!”
Yalnızca dışarıda değil, içerde de bütün öngörüleri çöken, partiyi de, devleti de “şahsım devletine” dönüştüren Erdoğan’ın yanlışlarına ortak olmamak gerekiyordu. Tezkereye “Hayır” oyu veren İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Durmuş Yılmaz Erdoğan’ı işaret ederek „Bu yöneticiye iki yıl süreyle ülkenin kaderi teslim edilmemeli. Benim gerekçem budur“ diyerek bu gerçeği çok güzel özetledi!
Dış politika deyince herkesin hiçbir şeyi sorgulamadan “ip gibi sıraya dizilmesine” alışan Erdoğan’ın CHP’nin “tezkereye Hayır” demesine “çok kızacağı”, bunun üzerinden yeniden bir “yerli-milli” edebiyatı söylemi geliştireceği, HDP ve PKK üzerinden CHP’ye saldıracağı beklenen bir tavırdı. Nitekim öyle oldu: Erdoğan grup konuşmasını beklendiği gibi bunun üzerine oturttu. Ezberi bozulan Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na yönelik Çubuk’ta gerçekleşen saldırı görüntülerini eşliğinde „Cahil bir tip“, „Yüzsüzlük abidesi“, “HDP’nin emir eri” gibi hakaretleri bir birini ardına sıraladı…
AKP grup konuşmasında Erdoğan bunları hem de Çubuk’taki linç girişiminin görüntüleri eşliğinde söylemesi, yalnızca bütün kontrolü kaybettiğini göstermiyor, siyaseti daha da sertleştireceğini, tehdit dozunu hem de “ben değil Kılıçdaroğlu halkı kışkırtıyor, halkı tehdit ediyor” söylemleri arasında daha da arttıracağını gösteriyor. Rize’de saldırı girişimi sonrası Akşener’e “bunlar daha iyi günleriniz” diyen Erdoğan’ın Çubuk görüntülerini göstermesi herhalde başka türlü yorumlanamaz!