Geçtiğimiz hafta sonu bir panele katılmak için Berlin’deydim. Alper Taş, Nurcan Gökdemir ve Yücel Özdemir’le birlikte katıldığımız ve ciddi bir ilgi gören panelin başlığı oldukça iddialıydı: “Dünyadaki Küresel Gelişmelerin Almanya ve Türkiye’ye Yansımaları!” Başlık bu kadar iddialı olunca hem panelde, hem de panel dışında küresel gelişmeleri ama asıl olarak da solun ve sosyal demokrasinin durumunu konuştuk.
Nereden bakarsak bakalım, bazı istisnalar hariç Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da solun ciddi bir krizi var. Almanya’da Olaf Scholz sosyal demokrat bir Başbakan olsa da kriz büyük, Haziran’da yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerine şimdiden “kayıp” gözüyle bakanlar oldukça fazla… Türkiye’de seçimi Kılıçdaroğlu kazansaydı bu belki Brezilya’da Lula rüzgarı ile buluşup daha demokratik yeni bir siyasal iklim rüzgarı estirebilirdi ama olmadı…
Demokratik çözümler arama isteği savaş, şiddet ve göç dalgalarına çarparak, güvenlik arayışı üzerinden herkesi teslim alıyor. Yalnızca Türkiye gibi ülkelerde değil, Avrupa’da bile demokrasi, insan hakları, hukuk gibi kavramlar tartışılır hale gelmiş durumda. Gündemi de siyaseti de “daha fazla özgürlük” diyenler değil, “daha fazla güvenlik, daha fazla otorite” diyenler belirliyor. 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken dijital devrimin yarattığı olağanüstü avantajlar, yeniyi yaratmak bir yana eskiye dönerek demokrasiler için dezavantaja dönüşüyor. Demokrasi adına ilerleme değil gerileme yaşanıyor. Giderek artan gericileşme, otoriter eğilimleri büyütürken, bu gerçek karşısında biraraya gelmesi, birlikte davranması gereken sol bir araya gelemediği gibi küçülüyor ve parçalanıyor! Korku siyaseti iş yapıyor ve büyüyen sol değil, sağ oluyor!
Örneğin Almanya’da hükümetin üç ortağından ikisi, yani SPD ve Yeşiller hızla küçülüyorlar. SPD’nin oy oranı yüzde 13’e, Yeşillerin ise yüzde 14’e düşmüş durumda. Seçmenin yalnızca yüzde 27’si hükümetin gidişatından memnun, yüzde 69 hükümetin karşısında konumlanmış durumda. CDU yüzde 31 ile yükselişte ama asıl yükselen, “bütün göçmenlere tek gidişlik bilet alalım” diyen ve oy oranını yüzde 22’ye taşıyarak Almanya’nın ikinci partisi olan sağcı, ırkçı Almanya Alternatif Partisi (AfD).
“Aşırı sağın” daha doğru bir ifadeyle “Yeni Faşizmin” bu yükselişi birçok klasik belirlemeyi de ortadan kaldırmış gözüküyor. Bundan 15-20 yıl önce ama özellikle de sosyalist sistem henüz çökmeden, SSCB dağılmadan örneğin Almanya’da kazınmış kafalar, asker botları, bombardıman ceketi aşırı sağcıların açık sembolleriydi. Bugün bu semboller tarih oldu, “Yeni sağ” ya da “Yeni Faşizm” artık “sıradan” insanlardan ayırt edilemiyor. Yeni faşizm yükselirken, 2010’ların yükselen partisi Sol Parti (Die Linke) de hem düşüşte, hem de ikiye bölünmüş durumda. Orada da ilginç gelişmeler var…
Almanya Milletvekili de olan Sahra Wagenknecht geçen hafta 9 milletvekili ile birlikte yeni bir parti kurdu. Partiye şimdilik “Akıl ve Adalet İttifakı” diyen Wagenknecht, „Alman partilerinin konumlanışını ve siyaset yapma tarzını temelden değiştirme iddiasında. Partiyi bazı çevreler “Ekonomik konularda daha sol, sosyal konularda ise daha sağcı” olarak nitelendirseler de son kamuoyu araştırmasında partinin oyu yüzde 4 olarak tespit edilmiş olsa da oy potansiyelinin yüzde 25 olduğu ve partinin hem AfD’den hem de soldan oy alacağı belirtiliyor. Nitekim partinin Eşbaşkanı Wagenknecht “AfD bu kadar güçlü çünkü siyaset çok kötü. Çünkü pek çok insan artık temsil edildiğini hissetmiyor, çünkü şu anda Berlin’de iktidarda olan politikacıların sorunlarını bilmediklerini, onları umursamadıklarını hissine sahipler. Sıradan vatandaşların hayatı oldukça zor. Pek çok insanın sağcı görüşlerle hiçbir ilgisinin olmadığını, bunun yerine öfke ve memnuniyetsizlik nedeniyle AfD’ye oy verdiğini biliyorum. Biz bu insanları kazanmak ve yeni bir siyaset inşa etmek istiyoruz” diyor.