Koronavirüsün hızla büyüyerek salgın hale dönüşmesi, bize Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediğinin tam tersini işaret ediyor: Yani, “ne Allahın kaderinden, Allahın kaderine kaçmanın, ne de taktiri Allaha bırakmanın” virüsle mücadeleye bir getirisi, bir katkısı yok. Çünkü insanlık tarihinin bundan önce de gördüğü onca salgın hastalıkla mücadele dinle değil, bilimle yapıldı. Kaldı ki şu anda da yapılan bu. Böyle olmasa bırakın diğer dinlere ait mabetleri, İslam coğrafyasında camileri boşaltmak mümkün olur muydu?
Virüs gerçeği bize bunun olabileceğini gösterdi. Koronavirüs, görmek istemeyenler de dahil olmak üzere hepimize bir gerçeği daha gösterdi: Yalnızca azınlığın mutluluğuna hizmet eden kapitalizmin gerçek yüzünü!
Salgın krizi, kapitalizmde hem ayrıcalıklı azınlığı hem de çoğunluğu gerçekle yüzleştirdi. Önemli bir bölümü özelleştirilmiş sağlık sistemi çöktü. Planlamanın da, hazırlığın da olmadığı ortaya çıktı…
Daha fazla kar için kamucu planlamayı ve kamuculuğu reddeden, sağlık ve eğitim başta olmak üzere, her alanda özelleştirmeyi öne çıkaran sermaye sınıfı, her kriz döneminde olduğu gibi “serbest piyasanın o meşhur serbestliğini” bir anda unuttu ve krizi atlatana kadar “devletçiliğe” sarıldı. Kapitalizmin nimetlerinden yararlanan “yüzde birlik azınlık” bir yandan paralarını, borsalarını kurtarabilme derdine, diğer yandan da sağlıkta da kendi parasını değil, devletin yani halkın vergileriyle toplanan paraları kullanma derdine düştü…
Her fırsatta sağlık, eğitim, enerji, ulaşım gibi sektörler özelleştirilmemeli diyen solculara, sosyal devlet savunucularına kulaklarını tıkayan “kapitalist dünya” kriz karşısında, sağlıkta yeniden kamucu bir politikayı ve belki de daha önemlisi planlamayı konuşmaya başladı…
Salgın kötü ama sağlıkta kamuculuğu yeniden konuşmak iyi. Çünkü sağlık bir haktır ve bu hakkın kullanılması da ücretsiz olmalıdır. Devlet halkın sağlığından sorumludur, aslolan devlet değil insandır! Teşhis de, tedavi de ücretsiz olmalıdır.
Eğer halkın refahı ve mutluğu konuşulacaksa, sağlık önde olacaksa, insanca bir yaşam önde olmalıdır. Otomotiv firmaları, enerji, sağlık, ilaç sanayi ve bu sektörlerin doğal parçası “silah sanayi” birkaç kişi ya da ailenin kontrolünde alınıp devlete yani kamuya verilmelidir!
İlaç sanayi özelleştirmeden çıkarsa “biyolojik savaş” senaryoları da yalnızca film senaryolarında kalabilir…
Çünkü sağlıkta özelleştirme demek, hastaya, hatta daha da önemlisi “potansiyel” hastaya “müşteri” olarak bakmak, onun üzerinden kar etmeyi hesaplamak demektir.
Çünkü kapitalizm uzunca bir süredir ideolojik olarak da, sistem olarak da “rakipsiz” kaldığı için hizmet dahil, her şeyin alınıp-satıldığı bir ortam yarattı. Herhangi bir şeyin kamusal bir hizmet şeklinde ücretsiz sunulabileceği bile düşünülemiyor.
1980’lerin sonunda sosyalist sistem çökünce rakipsiz kalan kapitalizm sosyal devleti tasfiye ettiği gibi, sağlığı da tıpkı eğitim ya da sosyal güvenlik gibi kamusal bir hizmet olmaktan çıkarıp ticari bir ürün haline dönüştürdü.
Paran yoksa iyi bir sağlık hizmeti de, iyi bir eğitim de alamıyorsun. Yani paran kadar sağlık, paran kadar eğitim! Paran varsa sağlığını da satın alabiliyorsun!
Hal böyle olunca, salgını yaşadığımız mevcut durumda bile örneğin, maske ve dezenfektanların ücretsiz olarak dağıtılması, testlerin ücretsiz yapılması akla bile getirilmek istenmiyor.
Oysa, olması gereken bellidir: Hastaneler başta olmak üzere bütün sağlık kuruşları, ilaç sanayi devletin olmalı, dine ve silaha ayrılan devasa bütçeler kamu yararına sağlığa ve eğitime ayrılmalıdır!
Koronavirüs salgını geçse de, geçmeyecek olan özelleştirme ve kar hırsına karşı kamucu bir sistem tartışması ve çöken kapitalizm karşısına konacak yeni sistem tartışması hep önümüzde olacak!
18 Mart 2020, İstanbul
Necdet Saraç