İKİ ÇİZGİ MÜCADELESİ: VAHDETTİN VE ATATÜRK

Resmi açıklamalarda her seferinde reddediliyor olsa da iktidarın milli bayramları önemsizleştirme çabaları bilinen bir gerçeklikti. İktidar önemsizleştirmeye çalıştıkça 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi milli bayramlar Cumhuriyete daha fazla sahip çıkılan ve milyonları buluşturan “sivil bayram kutlamalarına” dönüştü. Pandemi koşullarının ortadan kalkması milli bayram kutlamalarını, festivalleri, konserleri, hatta bazı üniversitelerdeki mezuniyet törenlerini bir yandan Cumhuriyet değerlerine daha fazla sahip çıkılan, diğer yandan da iktidara tepkinin yüksek sesle dile getirildiği yerlere dönüştürdü. İzmir’in 100. Kurtuluş Günü’nün muhteşem bir törenle kutlanması, Tarkan’ın konserine 2 milyon civarında bir katılımın olması iktidar çevrelerini fazlasıyla rahatsız etti.  

Atatürk’ün Nutuk’ta ve Gençliğe Hitabesi’nde kullandığı bazı kavramları neredeyse bire bir alıntılayarak konuşan Tunç Soyer’in konuşmasının hedef tahtasına oturtulması, “Atina Belediye Başkanı” diye hakaret edilmesinin asıl nedeni iktidarın bu genel siyasi rahatsızlığında gizli! Doğrudan Cumhuriyetle ve Atatürk’le hesaplaşmayı göze alamayan “Hilafetçi ve Yeni Osmanlıcı” zihniyet, daha “kolay lokma” olarak gördükleri için tartışmayı Tunç Soyer üzerinden yürütüyorlar. Hemen “hayır,olurmu öyle şey diyeceklerini” biliyorum ama bu kadar gürültü Tunç Soyer için koparılmıyor, açıkça belirtmekte yarar var ki, bu kadar gürültü aslında Hilafet ve Cumhuriyet tercihleri için koparılıyor!

Kutlama töreninde son derece derli toplu bir konuşma yapan Soyer’in çok tartışılan konuşması tarihsel bir gerçeği ifade ediyordu: “Yüz yıl önceydi. Bu toprakları yönetenler, gaflet, delalet hatta hıyanet içindeydi. Gençleri, kadınları, çocukları, geleceği hiç düşünmediler. Sadece ve sadece saraylarındaki saltanatı korumak için bütün bir milleti ateşe attılar. Teslim oldular” diyen Soyer’in bu tespitinde ne tarihsel ne de siyasi bir yanlış yoktu ama bu tespit
Abdülhamit’ten, Vahdettin’den kahraman yaratmaya çalışan zihniyeti çok rahatsız etti, çünkü bu konuşma Vahdettin’in teslimiyetçi ve Kurtuluş Savaşı karşıtı rolünü bir kez daha gözler önüne serdi. Çünkü onlar aradan yüzyıl da geçmiş olsa, tarihsel gerçekle yüzleşmek yerine, Yeni Osmanlı hayalini canlı tutmak için koca bir imparatorluğu batıran Osmanlı Hanedanı’nı allayıp pullamayı ve hep “muhteşem” olarak göstermeyi tercih ediyorlar!

Kuşkusuz tarihte süreklilik önemlidir, topyekun bir kabulleniş ya da topyekun reddediş olmaz ama bu “yanlışa yanlış” demeyi de ortadan kaldırmaz. Soyer’e kızanlar herkesten Osmanlı Sarayı’nın tarih yazıcıları olan Şehnâmeci’ler ya da Vak’a-Nüvis’ler gibi gerçek tarihin değil, “yazılmış” tarihin ezberlenmesini istiyorlar!

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının demokrasiyle taçlanmasını isteyen herkes “aman kimseyi kızdırmayalım” kaygısını aşmalıdır. Değişim isteyenler daha kararlı ve cesur olmalıdır. Çünkü çok açık ki bu tartışma;
1)1919’da öne çıkan, önce 23 Nisan 1920’de arkasından 29 Ekim 1923’de şekillenen iki çizgi mücadelesinin devamıdır. Çizginin biri teslimiyeti temsil eder, saltanatın devamı için İngiliz Mandacılığını savunur, diğer çizgi ise direnişi, bağımsızlığı ve cumhuriyetçiliği temsil eder. Çizginin bir yanında o dönem itibariyle Vahdettin ve Damat Ferit Paşa, diğer tarafında Mustafa Kemal Paşa vardır!
İki çizgi mücadelesi o kadar açıktır ki, çizginin bir tarafında Vahdettin’in Şeyhülislam’ı
Dürrizade Abdullah’ın Mustafa Kemaller için yayınladığı “katli vaciptir” fetvası vardır, diğer tarafında da Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Efendi ve 153 müftünün Şeyhülislam fetvasına karşı çıkan ve Kuvayi Milliciler yanında olduklarını ilan ettikleri fetva vardır…
Tunç Soyer’e bu kadar saldıranların C
umhuriyeti “yüzyıllık bir parantez” olarak görenlere, Atatürk’e, İnönü’ye “iki ayyaş” diyenlere, Atatürk için dolaylı olarak “ihanet etti” vurgusu yapanlara, “Keşke Yunan kazansaydı” diyenlere, “ne kurtuluşu, ne 9 Eylül’ü” diyen İsmail Kahramanlara tek bir laf edemeyenlerin çıkıp “Osmanlı ile Cumhuriyet’i karşı karşıya getirmeyin” demelerinin nedeni de bu iki farklı çizgidir!

2) Vahdettin’le ilgili vatanın kurtuluşu için bir tek pozitif örnek veremeyenler, arkasına sığındıkları Murat Bardakçı ısrarla “Atatürk’ü ‘Vahdettin gönderdi ‚aptallığını bana mâl etmeyin, Atatürk’e saldıracaksınız. Beni niye alet ediyorsunuz” demesine ve yukarıda sıraladığım gerçeklere rağmen halen “Mustafa Kemal’i vatanı kurtarması için Anadolu’ya Padişah Vahdettin gönderdi” diye ısrar etme çabaları ise başka bir zavallılığın tezahürüdür.

3) “Mustafa Kemal’i vatanı kurtarması için Anadolu’ya Padişah Vahdettin gönderdi” iddiasındakiler, Vahdettin’in 19 Mayıs 1919’dan tam 20 gün sonra Mustafa Kemal Paşa 8 Haziran 1919’da sarayın talimatı ile geri çağrıldığını, 23 Haziran’da yetkisinin, 9 Temmuz’da görevden alınmasını, 30 Temmuz’da da tutuklanması için 15. Kolordu’ya yazı yazılmasını da suikast planı da görmek istemez! Bunu görmeyenler, 23 Nisan 1920’deki Büyük Millet Meclisi’nin açılışından 12 gün önce 11 Nisan 1920’de “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” diyen Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın Resmi Gazete’de yayınlanan fetvasını da, Mustafa Kemallere 11 Mayıs 1920’de de idam cezalarını da görmek istemezler…

Schreiben Sie einen Kommentar